31 Mayıs 2017 Çarşamba

En Uzun Gün - En Uzun Rota => ODTÜ - Gazi Mağusa - Lefkoşa

En zor gün, en uzun gün, enlerin günü!

Bir gün içinde ODTÜ'den yola çıkıp Gazi Mağusaya varmak, Mağusayı gezmek ve Lefkoşaya dönmek! Bu enlerin hikayesi, bu birkaç gencin bir günde 160 km bisiklet sürüp adayı boydan boya geçmelerinin hikayesi!


Fig.1 Sürüşümüzün Strava'daki istastistik gösterimi ve GPS dataları

Rota 1 => ODTÜ - Kormakitis

Herkese merhaba, Kıbrıs'ta bisiklet binmenin nasıl bir his olduğunu ve neler yapılabileceğini anlattığım blog yazılarıma hoşgeldiniz. Bu yazımda size en sevdiğim rotalardan biri olan ODTÜ-Kormakitis rotasına anlatacağım ve elimden geldiğince gözünüzde canlanması için çalışacağım.


Fig.1 Koruçam'a giderken yol üstünde bir sokak ve İngiliz Evleri

Bu rota aslında benim için en özel rotalardan biri çünkü muhteşem bir antrenman rotası olması dışında aynı zamanda benim için okuldan bir kaçış ve farklı bir kültürün içinde ve tarihinde yolculuk ederken zihnimi boşaltma anlamına geliyor. Neden mi farklı bir kültür? Çünkü varış noktam olan Kormakitis köyünün Türkçe adı ile Koruçam köyünün genel Kıbrıs tarihinden oldukça ayrı bir tarihi var. Kormakitis kullanmamın sebebi bölgede hala aktif bir Hristiyan nüfus yaşaması ve açıkçası köyün isminin hoşuma gitmesi. Koruçam isminide çok seviyorum ancak Kormakitis'in bence ayrı bir orjinalliği var. Anlatıyorum çünkü kimsenin alınıp ancak orası Türk toprakları neden Türkçe kullanmıyorsun diye çıkışmasını istemem. İki isimde bence çok güzel ve ikisinide kafama göre kullanmaktayım. Neyse konumuza dönersek, Kormakitis günümüzde hala aktif bir Hristiyan köyü ancak bu bir Rum köyü olduğu anlamına gelmiyor ve işler bence burada garipleşiyor, köyde yaşayan insanlar Maruni'ler ve kökleri Lübnan'a dayanıyor. Köy nüfusu gittikçe yaşlanıyor ve çocukları çoktan Rum tarafında yaşamaya başlamış durumda. Köy şuan için Birleşmiş Milletler yardımları ile ayakta kalıyor, araştırdığım kadarıyla her Cuma köye yardım için bir Birleşmiş Milletler yardım konvoyu geliyor ancak ne kadar denediysemde o konvoya denk gelemedim, bu yüzden bu bilgiyi size kesin olarak veremeyeceğim. Köy genel olarak çoğu Kıbrıs köyü ile benzer bir mimari ile göze çarpıyor ancak biraz daha içlere girdiğinizde çok iyi durumda gözüken ve geleneksel Kıbrıs mimarisi ile kum taşından yapılmış evler görüyorsunuz. Bu evlerde Avrupa Birliği fonları ile restore edilip köyün eskisi gibi kalması sağlanmış ve buda bisikletle geçerken muhteşem bir hava katıyor anrenmanınıza yada gezinize. Köyün tam ortasında daha yeni restore edilen ve Müslüman dünyasından gelen insanlar için büyükçe gözükecek hala aktif bir kilise mevcut. Pazar ayinleri hala yapılmakta. Kilisenin karşısında ise bir efsane var ve benim bildiğim kadarıyla yani gözlemlediğim kadarıyla köyün gelir getiren tek işletmesi mevcut, Yorgo'nun Yeri. Yorgo'nun yeri ismi ile aynı Yorgo'nun sahibi olduğu bir meyhane daha çok et lokantası diyecektim ama yok meyhane orası, ancak Kıbrıs'a gelirseniz uğramadan giderseniz üzüleceğiniz bir meyhane. Şimdi kimimiz diyebilir ama orası meyhane bizim ne işimiz olur orada? Buradada Kıbrıs kültürünün farkı devreye giriyor, Kıbrıs'taki meyhane kültürü bizim kültürümüzle aynı değil, yaşamanız gerek, neşelerini görmeniz gerek, ortamı hissetmeniz gerek. Yorgo'nun Yeri'de neredeyse klasik bir Kıbrıs meyhanesi, kolay kolay menü alamazsınız, isteyende görmedim, hatta Yorgoya gittiğimizde sipariş bile verdiğimizi hatırlamıyorum. Gidersiniz, benim tercihim kiliseye bakan tarafta bir masaya oturursunuz ve Maria veya aileden biri masayı donatır siz sadece kaçlık rakı içeceğinizi söylersiniz. Yada içmezsiniz sizin tercihiniz ancak tercih ötesi birşey varsa oda mezeleridir. Hatta sırf mezeleri için gidiyorum dersem, özür dilerim Maria abla  ama sırf mezeler için bile gidiyorum denebilir. Mezeler tek kelime ile muhteşem! Neyse konumuz bisikletti değil mi? İşte yemek olunca hat kopuyor klasik bir bisikletçiyim işte. Yorgoyuda anlattıktan sonra, gelelim bisiklete...

Size rotamı anlatacaktım ve başlıyorum, yukarıda kısaca size Kormakitis'i anlatmaya çalıştım. Rotamız için aslında kredi vermem gerekir, kime vermem gerekir, okulumuzun çoğunlukla göz ardı ettiği, yeteneklerinden faydalanmadığı, muhteşem biri olan Scott Boyd hocamıza kredi vermem gerekir. Çünkü biz adada ilk bisiklete başladığımızda bize bu rotaları gösteren kişi oydu. Ne kadar teşekkür etsem azdır. Hakları teslim ettiğimize göre rotamıza başlayalım. Rotamız adı gibi ODTÜ kampüsünden başlıyor, genelde sabah kimse uyanmamışken yola çıkıp, SPD'nizin kilit sesi ile bütün kampüsü inlettikten sonra insanları dahada rahatsız etmek istercesine ancak sizin yapmaya çalıştığınız sadece soğuktan korunmaya çalışmakken, A2 kapısına doğru inişe geçersiniz ve hub sesiniz bütün okulda yankılanır, güvenlikten Mustafa abiye selam verdikten sonra Güzelyurt-Girne anayoluna doğru yavaş yavaş pedallarsınız, tabi bu sırada Artölye önünde ki çukura her defasında saygılarımızı iletmeyi unutmuyoruz. Yola sola dönerek çıktık ve yolculuğumuz resmi olarak başladı, burda daha kaslarınızda birikmiş enerji ile hiç zorlanmadan direk Gondaras restoran önünde ki yokuşu çıktıktan sonra en soğuk kısım olan Kalkanlı yokuşundan inmeye başlıyorsunuz, ve indiğiniz her yokuşu tekrar çıktığınızı hayal edip suratınızı asıyorsunuz ancak spor yapmanın salgılattığı seratonin hormonu o somurtkanlığı kolayca gülümseme ve rampalara edilen küfürlerle değiştiriyor. Düşünürmüsünüz bilmem ama rampa çıkarken sövmek yüzünüzde gülücükler açtırabilir ve Kıbrısın en güzel yanı yolda genelde tek başınıza olduğunuz ve etrafınızda kimse olmadığı için özgürce içinizi dökebilirsiniz rampalara, emin olun gocunmuyor o rampalar daha gocunduklarını görmedim, Selvili Tepe dışında en azından. Evet yola devam ediyoruz rampadan donarak aşağı iniyoruz ve sizi Adana Adana Central segmenti karşılıyor, burası belkide yolculuğun en zor yeridir sebebi daha kaslarınızı ısıtmamış olmanız, neyse bir şekilde çıkıyorsunuz ve çıktığınızda artık Tepebaşına kadar durmadan devam eden yüzde 2 eğime hazırsınız, demek isterdim ama değilsiniz, olan da görmedim ama o yol okadar tatlı tatlı gidilirki bir bakmışsınız bir anda Tepebaşındasınızdır, ve güzel kısım gelir, Tepebaşı segmenti, Scott hocanın kurduğu bir işkence tuzağı, kalp patlatıcı bir rampalar... Total tırmanmamızı yüksek tutmak için tırmanışı az olan anayoldansa, Tepebaşının içinden tırmanmayı tercih ediyoruz. Ama benim tercih etmememin başka bir sebebi daha var ama, sır tutabilirmisiniz? Anlatayım mı? Tamam tamam sır değil ama bence herkesin yapması gereken birşey. Aceleniz yoksa bir yere yetişmeye çalışmıyorsanız neden anayolları kullanarak yüksek hızlarda hiçbir şey hissetmeden yolunuzu tamamlıyorsunuz? Hayat bir varış noktası değildir o noktaya varana kadar geçen yoldur aslında, hayatı kaçırmayın. Ben bu felsefe ile bisiklette olmasam bile arabayla köylere girerim, gezerim, evlere, insanlara bakarım, hayatı yakalamaya çalışırım. İşte tam bu sebepten Tepebaşı benim için bir taşla iki kuş, hem gezip hemde kendimi geliştirme fırsatı.

Tepebaşından devam ediyoruz ve Koruçam kavşağından Koruçama doğru devam ediyoruz ve Mavi Köşk'ün yanından geçerken inişe kendimizi okadar kaptırıyoruz ki Mavi Köşk'e kafamızı çevirip bakmıyoruz bile ama bence sorun değil, sonuçta o inişten inanılmaz zevk alıyoruz. Derken bence rotanın en zevkli kısmı geliyor, Koruçam'a kadar mükemmel bir asfaltta, hoş manzaralar eşliğinde trafik olmadan bir sürüş, yol sadece iki köyü anayola bağladığından dolayı trafik gerçekten az ve huzur içinde yola yayılıp gidebiliyorsunuz. Bir yandan inişli çıkışlı rampalarda kendinizi zorlarken bir yandan da zihninizi boşaltıyorsunuz ve kafanıza takılan bir soru yeniden geliyor, bu kadar küçük bir yerde ben ne ara iki tane askeri üs geçtim? Evet durmadan askeri üs geçiyorsunuz. Ama üstünde çok durmayacağım. Beni ilgilendirmez. Beni birazdan tırmanırken kalp atışım yüzünden evleri bile inceleyemeyeceğim Koruçam rampaları ilgilendirir. Genelde Koruçam'a gittiğimizde antrenman için gidiyoruz ve kendimizi sürekli zorlamamız gerek ve bunun en iyi yoluda Koruçam'ın içinden geçerek evlerin arasından köyü komple tırmanmak ve köyün içinden hızlıca geçerek bunu yapıyoruz. Tepeye varıp, gün batımını görmek ise kesinlikle o an ki acıyı alıyor ve sakinleyerek dönüş yoluna geçiyoruz. Acı kısım indiğimiz her rampayı çıkmak, güzel kısım çıktığımız her rampayı inmek, ve hatırlayın okuldan Tepebaşına kadar tırmanmıştık, yaklaştık 7 km hatta köyün içini katın 9km mükemmel bir iniş var, ve motivasyonla beraber kendinizi son rampa olan Kalkanlı Rampasında bulmanız an meselesi, rüzgar saçlarınızı okşuyor kimi zaman sizi tokatlıyor, yol akıyor, araçları bile geçiyorsunuz derken kendinizi Kalkanlı Rampasına bakarken buluyorsunuz. Güzel bir küfür ve motivasyonla son sürat rampaya saldırıyorsunuz ancak hatırlıyorsunuz ki bu uzun soluklu bir tırmanış ve sabir hızda enerjinizi koruyarak çıkmalısınız. Viteslerinizi ayarlıyorsunuz, acıyı görmemeye çalışıyorsunuz, kendinizi motive ediyorsunuz ve bağıra bağıra rampayı bitiriyorsunuz. Kalkanlıya hoşgeldiniz. sizi uğurlayan Gondaras restoran bu sefer sizi karşılıyor ve rahatlyorsunuz, tebrikler bir antrenman daha bitti ve evinizdesiniz. 35.2 km yolu tamamladınız ve daha önemlisi totalde 505 metre tırmandınız! Evet şimdi üstünüzü değiştirip duşa girip güne başlayabilirsiniz! Nee güne başlamak mı? Evet, unuttunuz mu sabah yola çıkmıştık, dönmemiz ortalama 1.5 saat aldı. Koşun derse yetişmeniz gerek! Bu arada bisikletinizide yıkamayı unutmayın ve kendinize iyi bakın, bol pedallı günler...

Kıbrıs'ta Bisiklete Genel Bir Bakış

Sizce Kıbrısta bisiklete binmek nasıl bir deneyim? Hiç düşündünüz mü? Kıbrıslılara göre, çok tehlikeli ve bisikletlilere hiç saygı duyulmuyor. Ancak biz Türkiyeden gelenler için bana göre burası, düşük trafikli ve düşük hızlı köy yollarıyla, virajlı ve mükemmel asfaltlarıyla, görülecek onlarca tarihi ve doğal güzelliği ile, tüm Dünya'da ki bisikletçileri cezbedebilecek bir bisikletçi cenneti...


Fig.1 Sadrazamköy- Geçitköy yolu arasında arkada Selvili Tepe gözükürken

      Neden Kıbrıslıların benim gibi düşünmedikleri üstünede teorilerim var tabikide, burada yaşarken gördüğüm kendi gözlemim çoğu Kıbrıslı ailenin hatta bireylerin önemli bir Avrupa geçmişi olduğu. Bundan kastım nedir? Benim gözlemlediğim kadarıyla çoğu Kıbrıslı eğitimini ve hayatının bir kısmını KKTC dışında ve Avrupa gibi bisiklet kültürünün gelişmiş olduğu ülkelerde geçiriyor. Gittikleri yerlerde bisiklete karşı trafikte ki saygıyı görüyorlar ve bunu benimsiyorlar. Kıbrısa döndüklerinde ise bu saygı ve bisiklet kültürünü bulamıyorlar ve buda bence onlara bisiklet kültürünün Kıbrısta çok geri olduğunu düşündürüyor. Bir nebze onlara katılmak zorundayım elbette bisiklet kültürü Türkiyede olduğu gibi olması gereken yerde değil ancak bana göre Türkiyeden asırlar ilerdeler. Size çok güzel bir örnek vereyim mi? Bence vereyim. Bisikletçilerin en çok istedikleri ve arzuladıkları şey trafikte saygı görmektir. Yani yanlarından geçerken belli bir mesafe bırakmanız, yavaşlamanız ve bisikletlileri farketmenizdir. Yani kısaca siz aracınızda giderken sizi koruyan metal bir kafesiniz var ancak bizim sadece kendi derimiz ve lycra kıyafetlerimiz ve köpükten kaslarımız var. Ne kadar savunmasız olduğumuzu görüyorsunuz değil mi? Çevre yolunda yürüdüğünüzü ve yanınızdan, burnunuzun dibinden 90km/saat hızla bir tır geçtiğini düşünün, ne kadar söveceğinizi biliyorum, hepimiz yaşıyoruz. Birde bisikletlileri düşünün iki teker üstünde dengede durmaya çalışıyorsunuz, 10larca km gitmişsiniz yorgunsunuz ve yanınızdan, dibinizden geçen her araç dengenizi bozuyor. Hoş değil. Neyse konuyu dağıtmayayım bukadar kamu spotu yeter. Kısaca bisikletliler isterki onların uzağından geçin ve yavaşlayın. Şimdi size şaşırtıcı kısmı anlatıyorum. Bildiğiniz üzere Türkiye'de buna hiçbir şekilde dikkat etmiyoruz ancak Kıbrısta ilk bisiklete başladığımda inanılmaz şaşırtıcı şekilde çevre yolunda giderken insanlar araç sağlar gibi benim yanımdan değil bir şerit uzağımdan geçtiler hatta karşıdan gelen araç varsa arkamda sıraya girip karşıdan gelen araçların geçmesini beklediler ve yol boşaldığında uzağımdan geçtiler. Gerçekten inanılmaz bir duyguydu bu şekilde saygı duyulmak. Kıbrıslılara bu saygıdan ötürü sonsuz teşekkürler. Evet katılıyorum hala yeterli düzeyde değil saygı ancak Kıbrıslıların düşündüğü kadar da kötü durumda değil. 

Bu kısa anıdan ve bilgilendirmeden sonra Kıbrıs'ta bisikletin genel durumu üstünde konuşalım. Sayın okurlar bu kadar Avrupa görmüş, bisiklete bukadar saygı varken yok diyen bu alçakgönüllü eğitimli insanlar günlük hayatlarında kesinlikle bisiklet kullanmıyorlar. Şaşırdınız mı? Eğer daha önce Kıbrısı hiç görmemiş ve büyük bir şehirde yaşayan biri olsaydım şahsen ben şaşırırdım. Neden bisiklet konusunda bu kadar bilinçli insanlar bisiklet kullanmazlar ki değil mi? Evet haklısınız ancak Kıbrıs coğrafyası, şehir planları, iklimi ve daha birsürü faktör işin içine girince aslında haksızız, burada bisikletin günlük hayatta kullanılmamasının bolca sebebi var. Başta zorlu iklim şartları ve şehir düzenleri bisiklet kullanımını inanılmaz zorlaştırmakta. Coğrafya eğer Kıbrısın muhteşem dağ köylerinde kalacak kadar şanslı değilseniz sizin için aslında okadarda büyük bir sorun teşkil etmiyor zira Kuzey Kıbrısın bütün yoğun nüfuslu şehirleri düz ovalarda veya çok fazla tepe bulunmayan yerlerde kurulmuş durumda. Adayı tanıyan bazı okurlarımız peki ya Girne diye sorabilirler ancak bir düşünün Girne'nin ne kadarlık bir kesimi sizce Beşparmaklara tırmanmış durumda? Cevabı bisiklet kullanımını kısıtlayacak kadarlık bir kısmı değil tabi ki Bellapais gibi çevre uzak mahalleleri saymıyoruz. Kısaca tek sorun iklim ve şehirlerin yapısı. İklim konusu aslında gayet basit 2015 yazında bisikletimin km sayacında ki termometerede 59.8 santigrad derece gözükürken bisiklet sürmüştüm ve sizi temin ederim ki bu deneyim tamamen son sıcaklık derecesindeki bir fön makinesine karşı bisiklet sürmek gibi hissettiriyor. Kışında bilenler bilir Eskişehir soğuktur cidden soğuktur ve ben Eskişehirde durmadan kışın bisiklete binerim ve Kıbrısta kışın ben o soğuğa alışkın insan, burada üşüdüm. Bu durumda bence iklim koşulları bunda büyük bir etmen diyebiliriz. Buda bizi şehir yapısına getirir. Şehir yapısı gerçekten çok ilginç, bu konuda uzman değilim ve nasıl açıklarım bilmiyorum ama birçok şehirde bisiklet sürdüm Dünyada ancak Kıbrısta ki şehirlerde bisiklet sürmek gerçekten çok zor bir iş, heran herşeye hazır olmak zorundasınız çünkü alışılmış bir bisiklet kültürü yok ve insanlar sizi gördüklerinde ne yapmaları gerek bilmiyorlar, genelde yayalaştırılmış çarşı alanları çok fazla yok yani bu konudada eksik bir durum var ve sonuçta bence bisiklet sürmek bu ülkede şehir içlerinde çok zor. Şimdi Kıbrıs'taki her konuda olduğu gibi bir ancak buradada mevcut. Kıbrısta commuting yani ulaşım için bisiklet kültürü olmayabilir ancak burada hiçbir yerde görmediğim bir bisiklet sporu ve profesyonel bisikletçilik kültürü mevcut. Şöyle düşünün Türkiyede sizce her 10 bisikletten kaç tanesi profesyonel yarış bisikletidir? Tahminimce 10 taneden biri bile değildir çünkü biz Türkiyede bisikleti ulaşım ve iş için kullanıyor olabiliriz ancak hala bisiklet sporuna verdiğimiz değer çok azdır. Kıbrıs'ta ise bu oran benim görüşüme göre 10da 2 hatta 3 bile olabilir yani buda demek oluyor ki Kıbrıs'ta her 10 bisiklet sahibinde en az 2si bisiklet için 2bin lira üstünde yatırım yapıyor dahada önemlisi bisikleti 2bin lira üstünde yatırım yapılabilecek bir araç olarak görüyor. Bisikleti profesyonel olarak yapan ve profesyonel bisikletler kullanan arkaşlarımında beni onaylayacağım gibi Türkiyede en çok karşılaşılan senaryolardan biridir abi bu bisiklet kaç para sorusu ve aldığınız cevap çok muhtemel ve genelde "abi okadar paraya araba alırım ben"dir. Kıbrısı bu açıdan prosfesyonel bisikletçiler için cennet olarak tanımlarım çünkü burada insanlar size uzaylı gibi davranmıyorlar. Burada bisiklet gerçekten saygı duyulan ve sevilen bir spor, size en sevdiğim manzaralardan birini anlatayım ve anlatmadan kısa bir bilgi vereyim. Profesyonel bisikletin de diğer spor kategorileri gibi kendine ait bir kıyafet seçimi var buda lycra taytlar ve üstümüzde formalardır hatta çok değer verilen kültürlerde çoraplar bile özeldir ve Türkiyede karşılaşılan durum şu oluyor, bisiklet taytınızı giyip bisiklet antenmanına çıktığınızda arkanızdan geçen kamyonlar korna çalar ve giymediğinizde çalmazlar bu bukadar nettir aslında. Kıbrısta ise sevdiğim manzarayı anlatayım size, Cuma iş çıkışını getirin gözünüzün önüne, genelde çoğumuz Türkiyede yorgunca evine gider ve televizyon karşısına kurulur hatta kimisi okadar yorgun olur ki çocuğunun yüzüne bile bakmaz, burada ki manzara şudur Cuma iş çıkışında Lefkoşaya doğru anayoldan gittiğinizi düşünün ve Lefkoşaya yaklaştıkça gün batımına doğru bisiklet süren 3'lü siluetler görürsünüz boy boydur, iki tane büyük siluet ve bir tanede yada birkaç tanede küçük siluet, yaklaştıkça fark edersiniz ki onlar anne, baba ve çocuklarıdır ve hepsi tam takım bisiklet üniformalarını giymişler profesyonel bisikletlerine binmişlerdir ve Cuma iş çıkışı çevreyolunda gün batımına doğru bisiklet binmektedirler. Ben şahsen bu manzarayı inanılmaz bulurum. Hem bir bisikletçi olarak hemde bir birey olarak çok hoşuma gider. Bakarmısınız hepsi tam takım üniformaları ile bisiklet sürüyorlar ve bırakın korna çalmayı sürücüler hızlarını kesip çocuklar var diye onların geçebilecekleri en uzaklarından geçiyorlar. İşte bana göre bu tablo Kıbrısta bisiklet kültürünün ve bisikletin asıl tablosudur. Umarım ilerleyen zamanlarda dahada anlatabilirim size Kıbrısta benim gözümden bisiklet kültürünü, ve bu yazıyı sonuna kadar okuyup, Kıbrısta bisikleti benim gözümden gören herkese çok teşekkür ederim. Umarım bir gün Kıbrısa gelir ve benim yaşadıklarımı yaşar ve benim aldığım keyfi alırsınız. Kendinize iyi bakın, bol pedallı günler...